SAKIN TERK-İ EDEBDEN!


"Nabi" Osmanlı şâiri ve Velîdir. Asıl İsmi Yûsuf'tur.
Nabi'nin Hac kâfilesine, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimize saygıyı ve edebi telkin eden ve keramet dolu bir nat'ın hikayesidir.


SAKIN TERK-İ EDEBDEN!
Nâbî, 1678 senesinde sultandan izin alarak, hacca gitmek için yola çıktı.
Hac kâfilesi Osmanlı devlet ricâlinden meydana geliyordu. Hicaz yollarında, Peygamber efendimizin aşkından dolayı, Yûsuf Nâbî, hiç uyumadı. Medîne'ye yaklaştıkları bir gece, kâfiledeki bir devlet büyüğünün ayaklarını kıbleye doğru uzatarak uyuduğunu gördü ve yetkiliyi uyandıracak bir sesle şu nâtı söyledi.

Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!
Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ'dır bu.

Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde,
Tefevvuk-kerde-i arş-ı cenâb-ı Kibriyâ'dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil,
İmâdın açdı mevcûdât dü çeşmin tûtiyâdır bu.

Felekde mâh-ı nev Bâb'üs-Selâmın sîne-çâkidir,
Bunun kandîli cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu.

Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyâdır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.

Nâtın açıklaması şöyledir:
"Edebi terketmekten sakın! Zîrâ burası Allahü teâlânın sevgilisi olan Peygamber efendimizin bulunduğu yerdir.

-Bu yer, Hak teâlânın nazar evi, Resûl-i ekremin makâmıdır.

-Burası Cenâb-ı Hakk'ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir.

-Fazîlet yönünden düşünülürse, Allahü teâlânın arşının en üstündedir.

-Bu mübârek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi.

-Yaradılmışlar, iki gözünü körlükten açtı. Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren sürmedir.

-Gökyüzündeki yeni ay, O'nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır.

-Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O peygamberin nûrundan doğmaktadır.

-Ey Nâbî! bu NEBİ dergâhıdır, edebin şartlarına riâyet ederek gir.

-Zîrâ burası, büyük meleklerin etrâfında pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf yeridir."



İLK DEFA OKUYORUM

O yüksek rütbeli kişi, bu mısrâların ne mânâya geldiğini çok iyi anladı, hemen ayaklarını toplayarak doğruldu.. -"Ne zaman yazdın bunu?
Yûsuf Nâbî;
"Şu anda ilk defa irticalen okudum sizi böyle uzanmış görünce, heyacan yaptım yüksek sesle okudum.




VE MESCİD-İ NEBEVİ
Kâfile yoluna devâm ederek sabah ezânına yakın Mescid-i Nebî'ye vardı.
Mescid-i Nebî'deki minârelerden müezzinler Ezân-ı Muhammedî'den evvel Nâbî'nin, "Sakın terk-i edebden..." diye başlayan nâtını okuyorlardı. Nâbî ve o yüksek rütbeli kişi hayretten dona kaldılar.
Sabah namazını kıldıktan hemen sonra, Nâbî ve diğer zat câminin müezzinini buldular..
Nâbî, müezzine; "Allah aşkına, Peygamber aşkına ne olursun söyle!
Ezândan önce okuduğun nâtı kimden, nereden ve nasıl öğrendin?" diye sordu.
Müezzin:
gâyet sâkin bir şekilde şu cevâbı verdi: "Resûl-i ekrem bu geceMescid-i Nebî'deki bütün müezzinlerin rüyâsını şereflendirerek (Rüyamıza girerek) buyurdular'ki:
"Ümmetimden Nâbî isimli biri beni ziyârete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezânından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak, Medîne'ye girişini kutlayın." Biz de Resûlullah efendimizin emirlerini yerine getirdik."

Nâbî ağlayarak; "Sâhiden benden bahsederek Nâbî mi dedi? O iki cihânın Peygamberi, Nâbî gibi bir zavallıyı ve günahkârı, ümmetinden saymak lütfunu gösterdi mi? bana" dedi.
"Evet" cevâbını müezzinden alınca sevincinden, kendinden geçti ve bayıldı.
°°°°
NABİ KİMDİR?
Osmanlı şâiri ve velî. İsmi Yûsuf'dur. Nâbî, evliyâlar ve enbiyâlar şehri olarak bilinen Rûha (Urfa) da 1642 (H.1052) senesinde doğdu. 1712 (H.1124) senesi Rebî'ül-evvel ayının üçünde Cumartesi günü vefât etti. Üsküdar'daki Karacaahmed kabristanlığına defnedildi. Kabri, Sultan İkinci Mahmûd ve Sultan İkinci Abdülhamîd Hân devirlerinde tâmir edildi.

Nâbî'nin yirmi beş yaşına kadar olan hayâtı hakkındaki bilgiler rivâyetlere dayanmaktadır. Çocukluğunda Arapça ve Farsça'yı, anadili Türkçe ile birlikte en iyi şekilde kaynağından öğrendi. Daha sonra Yâkûb Halîfe isimli bir Kâdirî şeyhine talebe oldu.

Şeyh Yâkûb Halîfe, talebesi Yûsuf Nâbî'yi, ilk önceleri bir kuzusuna bakmakla vazifelendirdi. Kısa bir süre sonra çobanlıktan usanan Nâbî, kendi kendine nefs muhâsebesi yaptığı sırada; "Ben bu yola Hakk'ı bulmak ve Hakk'ı bulmamda rehber olması için hocama baş vurdum. Hocam benden safını bulamadı da, ders vereceği ve zikr yaptıracağı yerde, bana hep kuzusunu otlattırıyor. Bu iş ne zamâna kadar sürecek?" diye düşündü.

Bu düşüncesi hocasına Allahü teâlânın izniyle mâlûm oldu. Hocası derhal Nâbî'yi yanına çağırdı. Feyz saçan gözlerini öğrencisinin gözlerine dikerek; "Senin bir talebe gibi eğitilmeye ihtiyâcın yok. Sen ilimden nasîbini doğuştan almışsın. Çobanlık yaptırarak, seni denemek istedim. Seni ilmin deryâsı olan İstanbul'a göndermek istiyorum. Gitmek ister misin?" dedi. Hiç beklemediği durum karşısında şaşıran Nâbî; "İlmi fazlası ile öğrenmiş yılların talebeleri dururken, benim gibi üç günlük bir talebenin yüzmeyi bilmeden ilim deryâsına dalması nasıl olur?" deyince, Yâkûb Halîfe; "Sâdece şöyle olur." diyerek ilim nûru gözlerini Nâbî'nin gözlerine birleştirdi. Nâbî o anda ilmin birçok mertebelerini aşarak kemâle erdi.

1678 senesinde hac farîzasını edâ ettikten sonra İstanbul'a dönen Nâbî, Muhâsip Mustafa Paşaya kethüdâ oldu. Mustafa Paşanın vefâtına kadar yanında kaldı. Sonra Baltacı Mehmed Paşanın yanında Haleb'e gitti. Baltacı Mehmed Paşa tekrar sadrâzam olunca, İstanbul'a dönerken Nâbî'yi de berâberinde getirdi.

Nâbî, kendi isteği ile önce Darphâne eminliğine, sonra da Anadolu muhâsebeciliği ve mukâbele-i süvâri reisliğine tâyin edildi.Vazifesinden artan zamanlarında şiir ve çeşitli eserler yazdı. Nâbî Efendi, şiirlerinde iyiyi ve doğruyu vermeye çalışmıştır. O, bir düşünce ve hikmet şâiridir. Şahsî duyguları, gönül arzularını aşmış, hakîkî bir müslümanın hayâtını hem yaşamış, hem de şiirlerinde yaşatmıştır. Fânî dünyânın ahvâline aldanmamak, kimseye haksızlık, zulmetmemek, hep müşfîk, merhametli olmak, gurur ve kibirden sakınmak, şiirlerindeki nasîhatlerinden en çok rastlananlarıdır. Dili sâde, söyleyişi düzgün, rahat ve çekicidir. En güçlü şiirlerini gazel tarzında vermekle berâber, rubâî, kıta, kasîde ve mesnevî de yazmıştır.

Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Türkçe "Dîvân"ı: Şiirlerinin bir kısmının toplandığı bir eserdir. Bulak'da ve İstanbul'da basılmıştır. 2) Farsça Dîvânçe, 3) Tercüme-i Hadîs-i Erba'în, 4) Hayriyye: On yedinci yüzyılın en mühim, en güzel, en ustaca, bizde ve Avrupa'da en çok tanınmış mesnevîsi olan bu eser, ahlâkî yönden Türk edebiyâtında, çocuğa hitâp eden

ilk eser ünvânını kazanmıştır. Yedi yaşındaki oğlu Ebü'l-Hayr MehmedÇelebi'ye hitâb eden bir üslubla yazılmıştır. Oğluna, hayatta gitmesi gerektiği yolu göstermek, muvaffakiyetin sırlarını veİslâm ahlâkını öğretmek maksadıyla nasîhatlar vererek, her devirde hüküm süren husûsiyetleri dile getirmiştir. Nâbî'ye göre, iyi bir insan olmanın ilk şartı, her işte ve mevzûda her zaman Allahü telâyı hatırlamaktır. 5) Hayrâbâd, 6) Sûrnâme, 7) Fetih-Nâme-iKameniçe, 8) Münşeât, 9) Tuhfet-ül-Haremeyn, 10) Zeyl-i Siyer-i Veysî.


1) Kâmûs-ul-Alâm; c.6, s.4534
2) Hayriyye
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1127
4) Rehber Ansiklopedisi; c.13, s.11
5) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.17, s.137

Yorumlar

ErsinCe dedi ki…
Benin duygularımı etkileyen nadide bir olay ve şahane bir şiirdir. Aşkla söylenmiş olması beni derinden etkiliyor. Sevgili Blog yazarı bu yazıyı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim.
Şefik Karakelle dedi ki…
Asıl ben teşekkür ederim sevgili dostum, ne mutlu bizlere'ki tarihimizde böyle çok üstün değerlerimiz var. Ayrıca size bir özrümü arzedeceğim, yorumları denetime almış olduğumun farkına yeni vadım. Cevap vermekte ö yüzden geciktim. G-+ kapandı birbirimizi kaybettik ama Sizi blog takibine aldım izlemeye devam edeceğim, güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR KUDÜS ŞİİRİ

İftira İle İlgili Hadisler

ORUÇLA İLGİLİ AYET VE HADİSLER